1966 yılında İstanbul'da doğdu.   Şiirlerini Varlık, Hişt, Budala, Yasakmeyve, Başka, Öteki- Siz, Kitaplık, Özgür   Edebiyat, No, Kırkaltı, Karakalem gibi dergilerde yayınlayan Deniz Durukan,   edebiyatçılarla yaptığı söyleşilerle ve yazılarıyla Radikal ve Cumhuriyet   gazetelerinin kitap eklerinde yer aldı.
                
                Aynı zamanda rock müzikle ve   alternatif seslerle yoğun olarak ilgilenen Durukan'ın müzikle ilgili ilk yazısı   Roll dergisinde yayınlandı. Ardından Öküz dergisinde "Longplay" adlı sayfayı   hazırlamaya başladı. Müzik eleştirilerini ve müzisyenlerle yaptığı söyleşileri   Hayvan, Shaft, Picus, Karakalem ve Yüksekses dergilerinde, Radikal, Cumhuriyet   ve Yarın gazetelerinde yayınlayan Durukan, Varlık dergisinde "Tozlu Raf" adlı   bölümü hazırladı.
                
                Müzik alanındaki çalışmalarını Türk Rock 2000 ve Türk   Rock 2001 adıyla kitaplaştıran Durukan, 2004 yılında İyiler Siyah Giyer'i   yayınladı. Ayrıca Stüdyo İmge Yayınları'nca hazırlanan Eminem Show ve Okyanus   Yayınları'nca hazırlanan Çocuk ve Sanat adlı kitaplara da katkıda bulundu.              
              Kitapları:
              2001 -                 Türk Rock 2000 (Güven Erkil Erkal ile) 
                
                2004 - İyiler Siyah Giyer 
2005 - Şakağına Daya Beni
 
2009 - Rugan
               
              
               
              - Nereden başlamalı?  Herhangi bir şiir görüşünün temelinde ne yatar? İçinde yaşadığı dünya  karşısındaki tutumunu ve davranış çizgisini belirlerken, şiirin her şeyden önce  bulması gereken şey nedir? Yani şiirin temel sorunu akılla doğa, bilinçle  varlık arasında karşılıklı bir ilişki midir?
              - Bir şiirin temelinde olması gereken şey, hayatın  kendisidir. Yaşamın içindeki tüm dinamikler şiirin içine girebilir. O gün  kullandığınız gündelik dil de buna dâhildir. Hayata ve insana dair ne varsa  şiir odur. En yalın haliyle böyle özetleyebilirim, Şairin kendi yarattığı  gerçeklik, sıradan insanın hayatı yorumlamasındaki gerçeklikle örtüşmez. Yani şairin  bilinç düzeyi farklı bir algıdadır. Bu asla toplumdan kopuk olduğu anlamına  gelmez. Mesela; sokakta öylesine duran boş bir konserve kutusuna farklı  anlamlar ve gerçeklikler yükleyebilir. O nesneyle arasındaki ilişki bambaşka  bir boyuta gidebilir. Sıradan insan yoluna çıkan boş konserve kutusuna ayağıyla  bir tekme atıp hiçbir şey düşünmeksizin yoluna devam ederken, şair o konserve kutusuna  aylaklık imgesi yükleyebilir ya da hayatın içindeki tüm boşlukları konserve  kutusunun içindeki boşluğa yükleyebilir. Ve o nesne, şairin kendi varoluşunu  simgeleyen ya da gerçekliğini başka bir şekilde ifade etmesine neden olan bir  araç olarak karşımıza çıkabilir. 
              Bilinç ve doğa ilişkisi deyince aklıma Rilke’nin Duino  Ağıtları’ndaki “Bilinç bizi doğanın ritminden uzaklaştırıyor. Yorumladığımız bu  dünyada rahat değiliz, güvende değiliz” dizeleri geliyor. Rilke’nin söylemek  istediği, hiç kuşkusuz, dünya ve doğayla olan ilişkide öncelikle düzeyli bir  bilince kavuşma gerekliliğidir. Bize sağlanan o konformizmi kırmak ve bilinci,  doğayı yorumlamada ya da doğadan faydalanmada en iyi şekilde kullanmak, bilinç  kirliliğini kırma anlamına da geliyor. Yani insanın özü doğadır, ancak doğaya  kavuşmamız böylesine düzeyli, arınmış bir bilinçle olabilir. 
                
                - Şakağına Daya Beni" 2005 yılında  yayınlanan ilk kitabınız. Bireysel duygular, kadın merkezcilik ve özgün aşk  düşüncesini bilinçaltı tekniğiyle dile getiriyorsunuz. İnsan yazgısı  izleklerinizin arasında. Doğa sizin için dev bir atölye, siz de bu atölye de  çalışan bir işçisiniz. Bir şairin eline kalemi almadan önce bir çeşit metafizik  gerilim içinde bulunduğu söylenebilir mi? 
                
                - Doğa bütün şairler için dev bir atölyedir. Ve dediğiniz gibi, biz bu  atölyede çalışan işçileriz. Şiir yazmak beraberinde belli bir gerilimi de getiriyor.  Kendi şiirimde yüksek dozda bir gerilim hattı var. Sezgileri de içine alan bir  gerilim hattı bu. Çünkü hayat son derece acımasız ve çapraşık ilişkilerle  ilerleyen, dönemeçleri, inişleri, çıkışları çokça olan bir yol. Dolayısıyla tüm  bunlar şiire yansıyor. Özellikle ilk kitabım ‘’Şakağına Daya Beni’’de tüm  bunlar fazlasıyla var. Kendi kişisel yolculuğumun da yer aldığı bu kitap bazı  açılardan biyografik özellikler de taşıyor. Ancak her ilk kitapta böylesi  biyografik özellikler görmek mümkün. Genelde bireyin trajedisine, özelde kadına  dair birçok söylemin ve kadının hayattaki mücadelesi, özgürleşmesi üzerine  çabaların yansıması olarak da değerlendirebiliriz ilk kitabı. 
              - Peki doğanın  bugünkü haline bakacak olursak, şairlerin büyük kent ve kültür yaşamı içinde  izole olmaları riski var mıdır?
                
                - Şairin (isterse) kendi kendini izole etmesi daha doğru bir tanım gibi geliyor  bana. Bu bir risk değil, kazanım olarak dönebilir onlara. Ama yine de hayattan  kopmak anlamına gelmesin bu durum. Çünkü şairin içine kapanması ya da  kaybolması farklı bir olgudur. Farkındalıkla ilgili bir durumdur. Aykırı ve  muhalif olmalarının getirdiği bir ayrıksılık vardır özünde. 
              
                
                  | 
 | 
              
               - Şiir akıl sevgisidir. Dünyaya, doğaya  ve topluma, onun içinde insanın yerine bir bakış,
                onu anlama ve  dönüştürme olanaklarının bir çözümlemesidir. Şiir aynı zamanda kazanılan bilgi  temelinde harekete geçme gereğine olan inançtır da. Şiir, bilgiye inancın,  duygusal olanla akılcı olanın bir karışımıdır. Hem müzik alanında uzman, hem de  şair olduğunuz için özellikle soruyorum. Neden bu karışımda kadın şairler  azınlıktadır? Ya da müzikal alanda söz yazarlığı söz konusuysa, neden kadınlar  hep ön plandadır? 
                
                - Türkiye’de kadın şairler özellikle 90’lı yıllardan itibaren seslerini  daha yoğun bir biçimde duyurmaya başladı. Hem nicelik hem de nitelik anlamında  bugün şair kadınlar erkeklerin egemenliği altında olan şiirde söz sahibi olmayı  nispeten başardı diyebilirim. Neden kadınlar daha az yazıyor sorusu hep  gündemde oldu. Bunun birçok nedeni var. Çok daha geriye gittiğimizde, Osmanlı  dönemindeki şair kadınlara baktığımızda, sayıca çok az oldukları gibi,  duygularını, aşk üzerine söylemlerini doğru dürüst yazmaya cesaret edemediklerini  görürüz. Bunlar ayıp sayılmış. Aslında o baskı bugüne kadar yansımış. Sanırım  en önemli nedenlerden biri, cinsel kimliğinden dolayı kadının üzerinde olan o toplumsal  baskı. Diğer bir neden de, eve hapsedilmiş, sokağa çıkmasına izin verilmeyen  kadının eğitimsiz kalması. Ancak bugün koşullar farklı. Sistemin dayattığı ağır  koşullar kadının da erkekle sokakta omuz omuza mücadele etmesine sebep oldu.  Dolayısıyla kadının sokağa çıkması, okuması, çalışması, kendinin farkına  varması kolaylaştı. Ekonomik gücü elde eden kadınlar, bir birey olduklarının  farkına vardılar ya da kendilerini ispat ettiler. Sonuçta bu şiire de yansıdı.  Ancak tam olarak özgür müyüz, diye sorarsanız, elbette ki değiliz. Bugün hala  yazdığınız erotik bir dizeden dolayı sizi yargılayabiliyor ya da  ayıplayabiliyorlar. Ben bu tavırla (üstelik kelli felli şairler tarafından)  karşılaştığımı söyleyebilirim. Aldırıyor muyum, hayır! Benim için önemli olan  söylediklerimi iyi estetize edebilmek, dili doğru kullanabilmek.
              Kadın söz yazarlarının müzikte daha çok dikkat çekmesinin  nedeni pop müzikte kadın hâkimiyetinin yoğun olmasıyla ilgili. Ancak kadın  yorumcular da eminim geçmişte benzer baskılara maruz kalmıştır. Bugün (ilk  aklıma gelen isimleri söylüyorum) Nazan Öncel’in, Aysel Gürel’in, Sezen  Aksu’nun şarkı sözlerine baktığımızda, onların cesur söylemleriyle  karşılaşıyoruz. Bu ilgi çeken ve yeni bir şey. Aynı zamanda erkek dilini de  kullandılar şarkılarında. Bu önemliydi. Onların bakışından ama ters köşe ederek  söylediler, yazdılar şarkılarını. Bir de ortak beğeniyi belirleyen her zaman  kadınlar olmuştur. Bu nedenle kadın söz yazarlarının daha çok ilgi görmesi,  kendi hemcinslerinin bu denli kendilerini özgürce ifade etmesi, onu dinleyen  kadın dinleyicilerin de bir yerde özgürleşmesine neden oldu. Müzik şiirden daha  popüler bir alan olduğu için, hedefine daha kolay ulaşıyor. Şiir büyük  kitlelere hitap eden bir yazın alanı değil. Hiçbir zaman da çok popüler olmadı.  O nedenle şiirle okuyucuya ulaşmak o kadar kolay değil. Bu işlevi müzik yerine  getirdi. Bunun için de söz yazarlarının büyük çoğunluğu şiirden faydalandı. Elbette  doğru yazılmış şarkı sözlerinden söz ediyorum. Çünkü çok kötü yazılmış ve  yanlış yönlendirilmiş bir dinleyici de oldu. Bunun altını çizmek gerek.
              - "İyi"nin  bir soyutlama olduğunu biliyoruz. Başka bir deyişle iyi: belirli durumlarda  yardımsever, sevecen davranışlar gösterdiğine tanık olduğumuz sonucunda oluşan  genel bir düşüncedir. Bu yüzden Yunan mitolojisinin Pandora'nın kutusuna  ilişkin öyküsünde kötü, somut bir nesne olarak görünür. İnsana ilişkin tüm  kötülükler, Epimetheus'un evinde, bir kutunun içinde gizlidir. 2004 yılında  yayınlanan "İyiler Siyah Giyer" üçüncü kitabınız. Durukan'ın  kaleminde, dünyasında, kutusunda iyiler neden siyah giyer?
              - Bir takım şeyler yaftalanmıştır ya hani; beyaz  saflıktır, siyah ise hep karanlığı temsil eder… Renklerden yola çıktım ama  gerçekte bize kötü olarak gösterilen bazı şeylerin aslında söylenildiği kadar kötü  mü, iyi olarak gösterilen şeylerin de aslında yeterince iyi mi kuşkusunu  doğurmak için kullandığım bir metafordu o. Mesela rock müzik satanist bir  cinayetten dolayı o yıllarda hedef gösterilmişti, anımsarsanız. 12 Eylül  öncesinde ve sonrasında sol görüşlü öğrencilerin toplanması, kitapların  yakılması gibi, o dönemde de rock dinleyenler toplandı; kıyafetinden, saçından  dolayı insanlar yargılandı. Bu traji- komik duruma dikkat çekmek de vardı işin  içinde. Herkesin alacası içindedir. Şekilcilikten ve bu şekilde yaftalamalardan  duyduğum rahatsızlığı ifade ettim. Dışarıdan görünenle, içerden görünenin çok  farklı gerçeklikleri yansıtabileceğini işaret etmek istedim. Kitabın bütün  sorunsalı bu değildi elbette. Sonuçta İyiler Siyah Giyer bir müzik kitabı. İki  binli yılların ilk yarısını anlatan bir kitap. Yani bir dönemin ruhunu, yapılan  müziği dinleyicisiyle birlikte analiz etmeye çalıştım. 
                
                - "Öyleyse dönelim başa; erkekten  bozma ince topuklu bir kadının, suya girdiğinde papatyaları düşüyorsa eğer,  erken mi ölmüştür?".
              - İkinci kitap Rugan’dan Trans adlı şiirden bir  dize bu. Bu şiir, temelinde politik bir şiir. Cinsiyet ayrımcılığına karşı  durduğum, farklı cinsel tercihleri olanlara verilen tepkilere karşı yazdığım  bir şiir. Gerçi ‘’Rugan’’ genelde 12 Eylül’ün sıkıntısını da içeren politik bir  kitap.
                
                - Deniz Durukan, alışılmışın içinde  alışılmamış şiirler yazıyor. Yaşamın çelişkileri karşısında gerilemeyi reddeden  bir kalem. 2009 yılında raflarda yerini alan "Rugan" kavrama  sürecinde insan gerçeği anlamasında çözümler öneren bir kitap. Aşk, cinsellik,  kadınlık halleri, kadın ılıklığı, dudak ısırığı gibi ayrıntılar çok net.  Şiirlerinizde, biraz da kendi çağının önyargılarını, estetik tavrın belirleyici  özelliklerini taşıyor. Şiirde ahlak -sanatta estetik sürekli tartışılan bir  konu. Beğeni yargısı göreceli ise, bir yapıtın şiir olup olmadığına nasıl karar  veririz? 
                
                - Bu konuda genel bir şablon yok. Şiirin poetikası, teknik özellikleri, imge  yapısı değerlendirilerek bu konuda bir çok yorum yapılabilir. Ama bence bir  şiirin şiir olmasındaki en önemli faktörlerden biri; yazılan şiirin okuyanı  etkilemesi, sarması ya da okuyanda gizli kalmış duyarlılıkları ortaya çıkarmasıdır.  Bir kişide değil genel olarak aynı etkiyi birçok kişide gösteriyorsa, bana göre  o iyi bir şiirdir. 
              
                
                  | 
 | 
              
              - Varlık, Yasakmeyve,  Öküz, Hayvan, Karakalem gibi birçok dergilerde, Radikal, Cumhuriyet ve Yarın  gazetelerinde müzisyen, şair ile söyleşileriniz yayınlandı. Hala devam da  ediyor bu çalışmalarınız... Hepsi geleceğe önemli birer belge. Özellikle müzik  için nasıl bir durak oldu bu notlar size, bu toplamlar hayatınızda nasıl bir  yolcuktu? 
                
              - Müziğin beni çok fazla beslediğini ve bana çok şey kattığını  söyleyebilirim. Şiirdeki ritim duygum müzik dinleme tecrübesiyle gelişti. O  nedenle benim her şiirimde müzik duyabilirsiniz.  Bunun dışında müzik üzerine yazmış olduğum  yazılar, yapmış olduğum röportajlar, farklı bir alanda uğraş veren insanları  tanımanın getirdiği farklı bir bakış açısı oluşturdu yazdıklarımın üzerinde. Yine  şiirle, edebiyatla ilgilenmem, yapmış olduğum müzik röportajlarına da daha analitik  bir yaklaşım sağlamama neden oldu. Bu anlamda kendimi hep şanslı hissettim.  Mutlaka bir yazarın, şairin başka bir sanat disipliniyle ilgilenmesi  gerektiğini düşünüyorum. 
              - Bugün  ülkemizde ardı ardına albümler yayınlanmaya devam ediyor. Müzikal olarak  Türkiye dünden bugüne kendini nerelere taşıdı, yapılan işleri doğru buluyor  musunuz? 
              - Aslında bu soru daha geniş kapsamlı açıklamayı hak ediyor,  kısaca değinmek gerekirse ya da daha yakın geçmişi değerlendirirsem; pop müzik  altmışların başında aranjmanlarla ciddi bir ilgi odağı olmuş, batı  melodilerinin etkisinde kalmış, altmışların ikinci yarısından sonra ve  yetmişlerde gene batı melodilerinin üzerine folklorik tınıları da içine alan  bir yapıyla harmanlanmıştı. Buradaki amaç yerel özellikleri batı melodilerine adapte  etmekti. Anadolu pop kavramı da bu doğrultuda gelişti. Özetlemek gerekirse altmışların  sonu, yetmişler pop müziğin kendi çizgisini oluşturma sürecini kapsıyordu.  Seksenlerde pop müziğin arabesk müziğin etkisi altına girmesi olumsuz etkilese  de doksanlarda farklı bir gelişmeyle bu nispeten kırıldı. Doksanlardan itibaren  popüler müziğin seyrinde birçok değişim yaşandı. Bunun en belirgin özelliği  teknolojinin olanaklarının daha geniş kullanılır olması, pop müziğin endüstrileşmesidir.  Seksenlerdeki durağanlık, doksanlarda ciddi bir patlamaya dönüştü. Bu dönem çok  sayıda yeni isim, yeni bir bakış, bir çok albüm piyasaya çıktı. Doksanlarda  altın çağını yaşayan pop, iyi seslerin ve şarkıların çıkmasına aracılık ettiği  gibi popülist söylemin daha da yaygınlaşmasına, popülerlik kavramının çok daha  fazla öne çıkmasına neden oldu. Şarkı sözlerinde deformasyonların da çok  görüldüğü bir dönem olarak da değerlendirebilirim. Çok sayıda ismin de bir anda  meşhur olup, sonra kaybolduğu bir dönemdi doksanlar. İki binlerde ise rock  müzikte bir patlama yaşandı. Daha doğrusu doksanların sonundan itibaren dikkat  çekmeye başlayan rock, iki binlerde ciddi bir ivme kazandı. Aynı pop müziğin  doksanlardaki patlamasına benziyordu bu. Rock müziğin bu kadar ilgi görmesi,  eline gitarı alan herkesin rock albümü çıkarmasına neden oldu diyebilirim.  Neden rock müzik bu kadar ilgi gördü derseniz, bireye dair tüm duyguları,  kentleşme sancılarını çok iyi bir şekilde ifade etmesinde yatıyordu. Aynı  zamanda yeni neslin içindeki umutsuzluğa ve kendi gündelik sıkıntılarına işaret  etmesi bu genç kitlenin kendini o müzikte bulmasına neden oldu. Bu rock müziğin  popülerleşmesine ve yapımcıların da bu müziğe yönelmesine neden oldu. Ama  sektör tarafından olumsuz anlamda da rock müziği kullanıldı. Rock müziğin yapısına  aykırı, daha popülist bir söylem geliştirildi, ticari kaygı güdüldü. Proje  grupları çıkmaya başladı. Elbette çok sağlam duran ve rock müziğin özünü ve  tavrını koruyan dolayısıyla kendini de koruyan birçok grup ve isim var. Birbirini  taklit eden, aynı söylemi kullanan gruplar olduğu gibi. Son dönem rock  gruplarında yeni bir atılım yeni bir söylem gelişmediğini görüyorum. Ama bu  suskunluğun ileride farklı bir boyuta taşınacağını düşünüyorum. Pop müzikte ise  son birkaç yılda son derece nitelikli sözlere sahip, altyapısı son derece iyi  kotarılmış kaliteli işler çıkıyor. Farklı bir tavır ve söylem geliştiren  isimler var.. Özellikle kadın yorumcular bunda başı çekiyor. Jehan Barbur,  Birsen Tezer, Zeliha Sunal son dönemlerde ilgiyle izlediğim popüler müzik içersinde  farklı bulduğum isimler. Alternatif müzikte ise kadın seslerden Ceylan Ertem,  Aylin Aslım, Yasemin Mori önemsediğim isimlerden bazıları.
              
                - Sözlü müziğin mi, sözsüz müziğin mi  ifade, anlam ve ileti bakımından olanakları daha fazladır? 
                
                - Sözlü müzik anlama dayalı bir müzik olduğundan duyguyu direkt olarak dinleyiciye  verebiliyor. Alacağın duygu önceden sunulmak üzere hazırlanmış. Elbette  dinleyici farklı şeyler de hissedebilir ama yine de belirlenmiştir duygular. Yani  dinleyiciyi yönlendirici özelliği vardır sözlü müziğin. Ama enstrümantal müzik  böyle değil. Dinleyici son derece özgürdür bu müziği dinlerken. Her dinleyen  farklı bir şey hissedebilir. Onlar için keşif anlamına da gelebilir sözsüz  müzik. Dolayısıyla algıların hep açık olur. Tüm bunlara karşın sözlü müzik toplumun  genel beğenisine daha yakın olması nedeniyle daha popüler. Bu anlamda anlaşılır  ve çabuk ulaşılır olması bakımından olanaklarının şimdilik daha fazla olduğunu  düşünüyorum.
              - Hayatınızın  müzisyeni kimlerdir mesela, çok özel bir şarkısı var mıdır Deniz'in?
              - Birçok müzisyenim var ama asla vazgeçemeyeceğim müzisyenim  Cem Karaca’dır. ‘’Parka’’ şarkısını çok severim mesela. ‘’Resimdeki  Gözyaşları’’ ayrıca favorimdir. Fikret Kızılok’un Haberin Var mı şarkısıyla, Orhan  Atasoy’un ‘’Gemiler’’ şarkısı benim için çok özeldir. Umay Umay, Vedat Sakman, Yasemin Mori,  Vega, Duman, Replikas, Teoman, Kurban,Tom Waits, Rammstein, Patti Smith, Debbie  Davis de sıklıkla dinlediğim isimlerin başında gelir.