Bir Şair ... Bir Dünya ... / Hakan Sürsal

- Sohbete sizi tanıyarak başlayabilir miyiz ? ...

- Sohbetimizin en uzun bölümü olacak bu. Çünkü her şey burada gizli.

1963 yılının Temmuz ayında Ankara'da doğdum. Bu ilk doğuşumdu. İkincisi ise annem ve babam ayrıldıktan sonra, 1965 'den 1980'e kadar Küçükesat, Kenedi Caddesi 75 numaralı Rüya apartmanında peyderpey gerçekleşti.
Anneanne ve dedemin yanında büyüdüm.Tam büyümeden dedem öldü ve yola anneannemle devam ettim. Öylesine gel gitli bir dönemdi ki, bir ucu çocukluk ve gençlik sevinçlerinin dorukları, diğer ucu ise ailevi sorunların en derin çukurlarına salınıp duruyordu. Hayatla savaşmayı çok erken öğrendim. Hemen her dünyevi kavramı erken tanıdım, yapmadığım pek bir şey kalmamıştı daha on sekizimdeyken. Ayrıca hiç çalışkan olmayan başarılı bir öğrenciydim. İkmalim olmadı, aksine her yıl teşekkür veya takdir alırdım. Ankara yıllarım hayatıma her yönüyle dolup taştı. Onlar iyi ki vardı.
Sonra İstanbul'a geldim. Neden kaçtım Ankara'dan çok net değil. Bir gaf mı, yoksa hemen her şeyini tükettiğim sevgili şehrimden gençlik bıkkınlığım mı ? Sonuç olarak İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümüne doğru üçüncü doğumum için yola koyuldum.

İstanbul 1980 - 1989 ; üçüncü doğum. Bıraktığım yerden başladım. Üniversite yıllarımda yine başarılı bir öğrenciydim. Bu dönemi üçüncü doğum olarak nitelememin sebebi ilk bölümde olduğu gibi çok uç ama farklı noktalarda salınmamdı. Oto stop ile, sırt çantam ve çadırımın eşliğinde gezmedik pek bir yer bırakmadım. Hiç param yoktu veya şöyle diyelim ; gittiğim yerlere yetecek üç günlük param vardı ama buralarda haftalarım, aylarım geçerdi. Bulaşıkçılık yaptım, tostçuluk yaptım, ahtapot vurdum sattım, gezi teknelerine çığırtkanlık yaptım... Yurt dışına da gezi amaçlı çıktım o yıllar. Oralarda da gazete dağıtıcılığı, kağıt fabrikasında gündelik işçilik, tarla ırgatlığı gibi sadece tatilimi uzatmaya yönelik yani günü kurtarıcı faaliyetlerim oldu. Ama hiç bir diyarda ve koşulda zevklerimden ödün vermedim. Kısaca zorluğum çoktu ama keyfim de boldu.

Tam o dönem bir de annem girdi hayatıma. Uzun yılların ardından tekrar tanıştık. İngiliz bir beyle beraberdi ve İspanya'da yaşıyordu; ama ne yazık ki alkolikti ve çok hızlı yaşadığı hayatına aynı hızla veda etti. Hayatı romandı derler ya, işte o ''oydu ''. Sanatçı kişiliğim, isyanlarım ve bağımsızlığım annemin hediyesi olmuştur bana. İlk okul yıllarımda Yeni Zelanda'dan gelen bir kart ile hatıralarıma girdi. Orta okuldayken hapishanedeki bir siyasi mahkumla evlilik haberini aldım. Lisede dünyanın her köşesinde bir görünüp bir kayboluyordu. Üniversite yıllarımda o, bir ucu Antibes / Cannes diğer ucu Costa Brava'ya uzanan Akdeniz sosyetesine karışmıştı. Son nefesinin öncesinde ise Sinop'un adını bilmediğim o köyünde, bir caz saksofoncusu, papağanı, maymunu ve sevgili köpeği Pofuduk refakatinde yaşarken son kez kayboldu. İspanya'da canlısı ve nihayet bir İstanbul kaldırımında yüksek dozdan ölüsü bulundu.

1985 yılında mezun oldum ve evlendim. Aynı yıl boşandım. Buraya bu kadar kelime yeter, ötesi israf olur.

Sonrasına kısa dönem askerlik ve kısa dönem bir dergicilik girdi. Askerde terfiim olmadı ama askerlik sonrasında acemi bohemlikten usta bohemliğe terfi ettim.Yine çok gezdim ve yine beş parasızdım kah entel barlarında kah sokak aralarının şarapçı banklarında.
Ve 1989 'a geldiğimde bu güne doğdum.

Kalıcı iş zamanıydı. Gazete ilanı ile bir talihsizlik sonucu müracaat ettiğim firmada ilk ve son kalıcı işime başladım. Neden aldı beni işe ? Hep sordum o zamanki patronum ve sonradan dostum olan kişiye, gülüştük... Yırtık bir kot, uzun saç, kısaca pespaye kılıklı bir satış müdürü müracaatı ! Nasıl olsa olmaz dedim sevinerek, ama nasıl olduysa oldu.
İyi ki de olmuş, eşimi buldum orada ve bu yıl yani 2004 'de evliliğimizin on beşinci yılını kutladık.
Eşimle de çok gezdim. Bu kez gerek iş gerekse keyif için. Meksika'dan, Tahiti'ye ; Endonezya'dan, Amerika'ya. Az gerekli bir sebepten dolayı o şirketten ayrıldık. 1997 den beri de kendi şirketimizde ayakta durmaya çalışıyoruz. Bilim adamı olmaya sevdalı oğlumuzla beraber biz iyi bir aileyiz.

- Şiir serüveninizin nasıl başladığından bize biraz bahsedebilir misiniz ? ... Mesela o ilk şiir yazmaya başladığınız günlerde kendinize örnek aldığınız yada izinden gitmek istediğiniz bir isim, etkisinde kaldığınız herhangi bir edebi akım var mıydı ? ...

- Şiir yazmaya lise yıllarımda başladım ama asıl olarak başlangıcım 1979-80 'dir. İlk dönemimde etkisinde kaldığım tek bir edebi akım vardı ; İSYAN !
Örnek aldığım şair hiç olmadı. Zaten o dönemlerde bütün olarak bir şiir kitabı okumadım desem abartmış olmam. Ama düz yazı mı ? Sanırım fazlasıyla okudum. Özellikle felsefe, sosyoloji ve psikoloji sevdalısıydım. Aralarında ilintiler kurar, kendimce denemeler yazardım. Bazı denemelerim durur karalamalar halinde. Çoğu ise kayboldu gitti.

- Şiir için hayatınızın bir anlamı diyebilir miyiz ? ... Siz ve şiirleriniz nasıl bir dostluk içerisindesiniz ? ...

Tek başına şiir, hayatımda çok yer edinmez kendine. Her şekliyle SANAT ! İşte benim hayatımın en dolu köşesi. Sanata bakışım, insan'a bakışımla neredeyse özdeş. Hatta abartma pahasına, insan ile hayvan arasındaki asıl fark der, bakışımı daha net ortaya koyarım.
Şiirlerim ise en önde gelen boşalma yöntemlerimden. Onlar benim hem ağlama duvarım hem de ulaşılmazlara dokunduğum noktalar. Neye kızdıysam orada bağırabiliyorum, neye ulaşmak istiyorsam elimi uzatıyorum, oluyor. Şiirin, daha doğrusu sanatın güzelliği burada zaten. Dilediğin her şeyi her renge boyayabiliyorsun. Yeter ki nitelikli malzeme kullan ve nitelikli boya. İster fırçan, ister dizelerinle, dansınla, heykelinle, notalarınla ... İzleyici olarak sanatın her kolu mest eder beni ama uygulamaya gelince şiirde karar kıldım yıllar önce. Yüzlerce sayfaya sığmayacak bir hissi bir satıra sığdırabilmek bana büyük keyif veriyor. Bana özgü bir duyguyu alıp yoğurup onu kendi derinliğimde şekillendirdikten sonra okurun hayal dünyasına salıvermek. Hele ki bir başkası o duygumu alıp kendi hislerine arkadaş yapabiliyorsa. Şiirlerimdeki isyan ve kabulsüzlük, güncelimde hissettiklerimin ta kendisi. Ütopyalarım ise hayallerim ile gerçeklerim arasındaki salınışımın bana sırdaş temas noktaları. İşte böyle bir dostluk bizimkisi.

- Şimdiye kadar inatla, şiirlerinizi bir kitap halinde toplamadığınızı biliyorum. Bunun altında ne gibi bir sebep olabilir diye düşünüyorum ?... Bu hep böyle devam edecek mi ? ...

- İnadımın sebebi basit : Tanıdığım şairlere olan soğuk bakışım ve yayın dünyamızda yaşanan adam sendecilik, statükoculuk, çekememezlik, abartılı medyatiklik ve buna benzer bir kaç yüz sebep...

Üniversite yıllarım ve sonrasında çoğu şair olmak üzere pek çok edebiyatçı ile tanıştım, tanıştırıldım. İlk hayal kırıklığım onlar oldu. Yazdıkları ile yaşadıkları arasında derin uçurumlar bulunan şu meşhur şair ordusu. Bakın; ben ne yazıyorsam onu aynen yaşıyorum demiyorum, diyemem de, zaten bunu diyen okkalı yalancıdır. Ama en azından bu denli derin uçurumlar olmamalı yazılanla yaşanan arasında, en önemlisi bu kadar yalan söylenmemeli okura.
Sonra yayımcılar ! Tamam, zor iş, hele Türkiye'de. Ama sen alım satım işi ile uğraşmıyorsun, sen edebiyatla uğraşıyorsun. Fırıncı bile çok satan beyaz ekmeğin yanına değişik bir kaç unlu mamul daha serpiştiriyor, salt vitrini zengin dursun diye. Aslında sorun yine lisanslı şairlerde. Çoğunun korkusu; biri çıkar, bir akım yaratır beni geçer mi ? Neyin yarışıdır bu, anlaşılır gibi değil. Kendi gözlerinden başka her göz oyulmak için potansiyel hedef.
Yayınevleri de daha ziyade onların ağzından çıkanlara gebe olduğundan, bu kişisel güvenlik kalkanı, bir duvar oluşturuyor yenilerin önünde. Kısacası yayınevi patronunun da eli ayağı bağlı. Sonuçta o edebi ticaret yapıyor !
Bile bile bu yozlaşmış ortama katılmak istemedim. Asla kişisel bir sorunum olmadı kimseyle. Hatta 54.Yunus Nadi Yarışmasına şiir dosyamla katılışımın ardından aldığım teşvikle ilk kez ciddi olarak niyetlendim kitap için. İsmi büyük bir yayınevimizle anlaştım. Ancak dünden o güne bir şeyin değişmeyip aksine daha da kötüye gittiğini görüp geri çekildim. Dahası, bu ortamda değil kitap yayımlatmak, bir yarışmaya katılmamın dahi hata olduğu kanısına vardım.
Ancak bu böyle devam etmeyecek. Sebebi ise oğluma kalıcı bir şey bırakmak isteyişim. Sırf bu yüzden önsözünden, kapağına kadar yıllar önce hazırlamış olduğum kitabımı yeni şiirlerimle birlikte önümüzdeki sonbahar yayımlatacağım. Tek sorunum kapak için hazırladığım kolaj'ın orijinalinin kaybolmuş olması. Ama bunu da dijital ortamda aşarız diye düşünüyorum. Bir yayın evi ile de temel konularda anlaştım. Umarım oğlum kıymetini bilir bu kitabın.

- Bir şiir anlayışı oluşturmak için herhangi bir kaygınız yada herhangi bir tavrınız var mı ?... Şiirin kişisel ya da genel kuralları sizin çalışmalarınızın içinde nasıl bir yer tutuyor ? ...

- Şiirlerimle ilgili kaygım yok ama tavrım var. Bir şiir yazarken başında söylediğim ile sonunda söylediğim arasında mutlak tutarlılık gözetirim. Ancak şiirlerim arasında bir tutarlılık kaygım yoktur.
Görselliği olan şiirler yazmayı severim. Okurken seyretmek isterim şiiri. Bazen salt görsel estetik yerli yerine oturdu diye şiirin geleneksel kalıplarından taştığım olur. Uğraşıp bir kalıba sokma kaygısı gütmem hiç. Zaten sanatın kılığına bakmam, olgunluğunu önemserim sadece. Bakınca iyi kötü anlarsın neyin ne kadar olgun olduğunu ve estetik durduğunu. Bakan göze göre değişir derler ya, değişmez ; yeter ki gören göz olsun.

- Kendinizi Türk şiirinin neresinde görüyorsunuz ? ... Size de sormak istiyorum siz nasıl bir Türkçe'nin peşindesiniz ? ...

- İnsanın, kendisini aynada yorumlaması kolaydır. Ama başka bir bilinçten kendini yorumlaması, işte bu çok zor. Başka bir bilinçten kendime bakmaya çalışınca yazdıklarım iyi şeyler gibi gözüküyor. Bu adam iyi, hele bazen çok iyi yazıyor diyorum. Hiç zorlama olmayan özgün bir duruş görüyorum. Ama ne kadar objektif olabilirim ki o adama karşı. Sonuçta Hakan Sürsal'ın Türk şiiri veya evrensel şiirin neresinde kaybolup kaybolmayacağını zaman gösterecek. Kim bilir, gün olur oğlum cevap verir bu soruya.
Dil konusu en az kainat kadar gizemli, çok derin bir konu. Ben tutucu değilimdir bu konuda. Vermek istediğim bir anlamı Türkçe'sinden daha baskın olarak Türkçe'ye yerleşmiş yabancı kökenli bir kelimede hissetmişsem, o kelimeyi çekinmeden kullanırım. Benim amacım ne yazmak istiyorsam onu en doğru biçimde yazıp, benim hissettiğime en yakın şekliyle hissettirmektir. Bu amaç uğuruna elimin altındaki her aracı kullanabilirim. Ne yazık ki Türkçe hala yetersiz bir dil. Dünyanın en köklü dillerinden olan Türkçe'nin bugünkü hali için, yıllardır siyasete alet edilip savaş meydanına döndürülmüş Türk Dil Kurumuna sanırım okkalı bir teşekkür borçluyuz.
Umarım yeni nesiller bir gün Ludwig Wittgenstein'ın Tractacus'unu Türkçe okuyup anlayabilirler.

- Ben şiirlerinizi okumadan önce bir kere başlıklarında takılıp kalıyorum ... Örneğin ' Bitmemiş bir senfoniye serpiştirilmiş kelimeler ' ya da ' Bazı şehirlilere diyet önerileri ' ... Size göre bir başlık şiirin neresinde ? ...

- Başlık şiirin en üzerinde olmalı, koyu yazılmalı ve araya boşluk konulmalı ! İşte bu denli önemserim onu ama vakit ayıramam pek. Şiirim biter, bir daha okurum ve hissettiğim adı hemen koyarım. Bazen herkesçe çok kullanılmış şeyler de olabilir bu, mesela '' bir delinin günlüğü '' gibi. Ama ilk anda yakıştırmışsam ve ardından ''budur'' demişsem hiç çekinmeden konduruveririm üzerine. Bazen imgesel bir tamamlayıcı rolü yüklerim ona. Bazen de film adı mantığı kullanırım. Sonradan beğenmediğim bazı başlıklarım da yok değil. Sonuç olarak adı kötü de olsa çocuk iyi olsun diyenlerdenim.

- 'Adımlama - Şiir üzerine aykırı denemeler' isimli çalışmanızdan biraz bahsetmek istiyorum. ' Kimse için ölme, Kendin için öl, Kimseye ''kendin için öl''deme ' dizeleri özellikle dikkatimi çekiyor... Şiir bir anlamda hayat felsefenizi ortaya koyuyor diyebilir miyiz rahatlıkla ? ...

- Kesinlikle evet. Bir şiirimden ötekine değişime uğradı gibi durabilen düşünsel boyut veya bir diğerine atıfta bulunurken verilen destek yada yapılan hiciv, hepsi ama hepsi bir bütüne ait mozaikler. Evrende her şey kendi içinde çelişir. En ufak yapı taşından en ulaşılmaz boyuta kadar çelişkiler içindedir var olan ne varsa. Çelişmeyen şey değişemez, değişmeyen şeyse yoktur. Adımlama serisinde de, bilgi ve insan, bilinç ve içgüdü çelişkilerinden yola koyulup, bireysel insandan bir sosyal insan modeli yoğrulmakta. Yontumun çamurunda ise işin içine hep kattığım o ütopik insanın erdemi var.

- Dergimizin bir önceki sayısında sizin 'Tek kişilik gece' isimli şiirinizi paylaşmıştık okurlarımızla. Neyzen'den Fellini'ye , Nazım'dan Vinci'ye dallarında birbirlerinden başarılı ustaların isimlerine rastlamıştık bu şiirinizde . Buradan yola çıkarak şiirlerinizin, sanatın diğer dalları ile de beslendiğini söyleyebilir miyiz ? ... Diğer şiirlerinizde de lakin böyle renklere rastlamamız mümkün ...

- Söyleşimizin başında da belirttiğim gibi benim için asıl olan sanattır. Sanatsal bütünlüğü birbirinden koparamam. Aslında ben bir şiir eşliğinde dans ederken ayaklarımın altına sürülen boyalarla o an hissettiklerimi yere çizmeye çalışıyorum.
'Tek kişilik gece' de adı geçenler işte bunu en üst düzeyde başarmış olanlardan bazıları.

- Bir Şair ' Şaire, şiiri anlamak için önemli unsurlardan biri olarak bakmak lazım ' diyordu bir söyleşinde ... Ya Hakan Sürsal şiire nasıl bakıyor ?...

- Tam olarak böyle bakıyor. Bu yüzden kendimi tanıtırken '' sohbetimizin en uzun bölümü olacak bu, çünkü her şey burada gizli '' dedim. Ancak Afşar Timuçin'in Nazım'a bakarken söylediği '' anlamak için bilmek, bilmek için anlamak gerekir '' sözündeki gizli ayrıntıyı da göz ardı etmeyerek.

- Günümüz edebiyatına ve şiirine bakış açınızı öğrenmek istiyorum. Sizce neler yaşanıyor , kimler neden-niçin okunuyor ? Siz özellikle kimleri büyük bir keyifle okuyorsunuz ? ...

- Biri bizi gözetliyor. Büyük kardeş'ler her yerde karşımıza çıkıp her konuda ihtiyacımız olan dozu veriyor bize. Medya, kitlelere çeşitlemeler sunuyor, herkes kendine en çok yakışanını alıp yiyor.
İşte çağımız. Böyle bir çağın edebiyatı gelecek kuşaklara ne aktaracak ? Dünya klasikleri listesine yeni bir eser girecek mi yarınlarda ? Zor görüyorum.
Türk edebiyatında ise bugünlerde inanılmaz bir nostalji sömürüsü yapılmakta. Dedim ya, neye açsak o sunuluyor. Ama varsın olsun, adam gibi yazılsın da ne olursa olsun. Yeter ki kitap olsun, OKUNSUN ! İsterse Teksas ile Tommiks 'best seller' olsun ama okuma sevgisi tohumlansın gençlerin yüreğine.
Ben her şeyi okurum. Hiçbir şey bulamazsam bir deterjan kutusunun arka yüzünü, kimyasal yapısını filan okurum. Son dönemde okuyup büyük keyif aldığım yeni hiçbir şey olmadı ama severek okuduğum şeyler oldu. Bir şeyi sevmezsem yarım bırakırım zaten.
Şiir konusuna girmeyeceğim. Edebiyatın hali buysa, en üvey evladın hali ne durumda olabilir ki ?

- Hayâl yolculuğumuzda sizi de aramızda görmenin mutluluğu içerisindeyiz. Peki sizin bir gün geldiğinde gerçekleşmesini istediğiniz bir hayâliniz var mı ? ...

- Hayal dediğin şey gerçekleşmemeli ki hep hayal olarak kalabilsin ve büyüsü bozulmasın. O yüzden en olmazı seçtim; o bir ütopya, bir ada. Ama ne Platon ne Moore ne de Marx'ın ütopyası. Nasıl bir yer olduğunun ipuçları pek çok şiirimde var zaten. Kısacası, gerçekleşmesini istediğim değil, gerçekleşmesini düşlediğim bir hayalim var.

- Şiir okurlarına ya da genç şairlere olsun iletmek istediğiniz bir mesaj olabilir mi? ... Buradan onlara son olarak ne gibi bir şeyler söylemek istersiniz ? ...

- Gözlerini yumup, kulaklarını tıkasınlar. Ama bunu yaparken doğuştan kör ve sağar olduklarını hissetmeye çalışsınlar. Geri döndüklerinde ne bulurlarsa duymaya ve okumaya başlasınlar. Okudukça hep daha iyi yazacaklardır zaten.

- Bir Şair ... Bir Dünya ... bölümümüzün klasiği ... Sizden küçük bir isteğimiz bir doğaçlama ya da küçük bir dörtlük olabilir sohbetimizin sonunda bizlerle paylaşabileceğiniz ...

Suretim seni sevdi
Gerçeğim beni
Suretim akıllıydı
Gerçeğim deli...

- Teşekkür ederiz ... Tüm hayallerinizin gerçekleşmesi dileklerimizle, başarılar size ...

- Ben de size teşekkür ederim bu güzel söyleşi için.

Söyleşi : Kadri Karahan / Haziran - Temmuz 2004