Zeki Çelik

suskucelik@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mehmet Çetin

 

- Sevgili dost,  karanlıkta oturup kendi yalnızlığını neşelendirmek için tatlı nağmelerle şarkılar söyleyen  bir bülbül olduğunuzu biliyorum sizin, bilmeyenler için tam da yeridir burası, kısaca kendinizden bahseder misiniz bize?

- 1952'de buralara çok uzak bir köyde doğmuşum, yani o kıtlık yıllarında, dedem bazı yörelerimizde olmadığı gibi bir ağa olmasına rağmen bir kundak bezi bile bulamamışlar. Bu nedenle beni bayrağımıza sarıp sarmalamışlar ne mutlu bana, dilerim ölümümde de bayrağa sarılırım.  İlkokulu Erenköy'de, liseyi Kadıköy'de okudum. 1975 yılında Edebiyat Fakültesi Felsefe mezunu olarak kendi branşımda değil iş hayatına atılıp baba mesleğine devam ettim, ama edebiyattan asla kopamadım. Böylece başlayan bir edebiyat hayatı işte dostum.

- Namık Kemal' den Ahmet Haşim'e, Halit Ziya'dan Yahya Kemal'e, Nazım Hikmet'ten Attila İlhan'a kadar şiir nedir sorularına verdikleri cevapları biliyoruz.  Mehmet Çetin, şiir nedir sorusunda acaba bize neler söylemek ister?

- Aslında o değerli yazarlarımız, şairlerimiz şiiri tarif etmiş ve söylenecek ne varsa söylemişlerdir. Mehmet Çetin ne diyor dersen; Tanrı şaire şiir yazacağı an o şiirin ilk kelimesini armağan edermiş. Eğer o şiir bitirilip altına imza atılmışsa bu yazı şiirdir, yazana da şair denir. Şiir; evrene dağılmış binlerce duyguyu kendi lisanında ve bir nizam içinde anlatılmasıdır derim.

- Yazmak bir sipariş işi midir o zaman ? 

- Sevgili dostum bu soruya iki anlamda cevap vermek lazım, ilki; siparişi veren kalp ve duygu ise evet buralardan aldığımız siparişle, o ruhla oturup emre uyarız, ama bana o ruh hali olmadan, o kıvamda değilsem şiir yazma zamanını asla lekeleyemem, o an çok ilahi bir andır, bir insanın duygu doğurması öyle kolay değildir, sabahın körüne kadar inim inim inletir adamı.

- Yazmak, 1980 öncesi  toplumsal yapının değişmesine yardımcı olduğu kadar ilericiydi. Edebiyatımız birçok kalıcı imza, sahici yazar kazanırken,  bu dönemde yaşanan depolitisazyonun edebiyatımızı olumsuz yönde etkilediğini düşünüyor musunuz siz de?

- Aziz dostum, Ülkemizin siyaseten değişmesi doğal olarak insanlarımızın da yapı ve karekterlerinde bazı değişmeler ne yazık ki olabiliyor, nice falanca tarafta olanları gördük ki başka bir kesimin tarafında adeta demokrasi diye vatan hainliği yapabiliyor, son dönemde bunların kimler olduğunu apaçık gördük, halk zaten okumadan bi haberleştirildi. Bazı güçlerin elinde kalan bu toplum insanı en ağır ve hiç insani olmayacak şekilde nemalandırıldı, bu vicdan kopukluğunu hangi şair yürek kabul eder, eğer bir gün de görürsek bir şair (ama hakikaten şair) bu eylemleri alkışlıyor, o zaman ülke çoktan bitmiştir dostum. Toplumsal ayışma edebiyata yansırsa işte felaket kaçınılmazdır ki bu edebe yakışmayacak şekilde edebiyatın ve Türkülerimizin içine zerk edilir. Görüyoruz ki aykırı olmak elbette önce şairin işidir, ama bu aykırılığın dozu kaçıp halk düşmanlığına kadar uzanabiliyorsa sevgili dostum bazı türküler de yakılır!!

- 1980 öncesi, yazarların gözaltına alındığı, dergilerin çıkarılmasına izin verilmediği ve evlerden kitapların toplatıldığı bir dönemden çıktıktan sonra, 1980 sonrası yazarların üsluplarının değiştiğini mi söylüyorsunuz?

- Şimdi mirim ben edebiyatımızın gelişmesini ve bilhassa şiirin bu ülkede okunup, şairlere sahip çıkılması düşüncesindeyim, lakin bu olmuyor olamıyor. Değerli şairlerimizden Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Kısakürek olgusu edebiyatın düzünde çadır kurmuşlar ve altında sayısız severleri, bunların çoğu da şair! Halbuki bu değerli şairlerimizin hapishanede yatmalarını şairliğin ön şartı olarak görmelerini ben içime hiç sindiremedim, nedir bu ülkenin şairlerine yapılan zulüm, ben hapis yatmadımsa kötü mü ettim yani ben edebiyata hainlik mi ettim, nasıl bir suç işleyip de hapse girmeliyim. İşte edebiyatın gelişmemesi, şiirin bazı şairlerin tekelinde işlem görmesi sonuçta ister istemez şiir heveslilerinin zihinlerini zaten prangaya vurmuştur, Nazım gibi yazmak, Necip Fazıl gibi olmak, evet mirim bana çok hüzün veriyor. Son dönem ise edebiyatımızda demin bahsettiğim ve ağır hüzün duyduğum bu ülkenin değerlerine laf etmek gafletinde bulunan yazarların dünya çapında ödül almalarını peki hangi anlama bağlamak gerekir diye ben size soruyorum.

Yazar, aykırıdır, muhalif  bir kimliktir ve bu kimliğinden asla ödün vermez. Söyleyeceği söze yeni bir ifade biçimi bulur ve söyler onu. Söylediklerinin taçlandırılması, ödüllendirilmesi başka sıkıntıları doğurur. Yazar sadece okuyucusuyla taçlandırılmalıdır. Kurumlar hiçbir zaman okuyucu olamaz.

- Ortaya konan yapıtlar edebi metinlerde yeni bakış açılarımız değil bunlar. Ben başka bir konuyu deşmek istiyorum müsaadenle dostum. İnternetin evlere girmesiyle sanal ortamlarda yüz binlerce kişinin paylaştıkları milyonlarca şiirlerin biranda okuyucularıyla buluşması-değer görmesi, sahici kimlik-sahici yazar arayışlarımızda edebiyatımıza yeni bir açılım getirdiğini düşünüyor musunuz?  

- Tabiki bu çağda bazı kullanımları hazmetmek ve yararlanmak gerekir diye düşünüyorum, ama yinede ipini koparanın bu sitelere şiir zannettikleri yazı türlerini eklemelerini bir aymazlık olarak görüyorum, o aymazlığın altına;eline, koluna,bacağına sağlık, ne güzel yazmışsın gibi yağ çekmeleri ise hala bir yere gelemedi gitti diye değerlendiriyorum şiirimizin. Hele kadın öğesinin şiirde yer bulabilme soytarılığını ise edebiyatın edeple eş değer olması açısından hiç etik bulmuyorum. Eğer kadın resmi şuh ve güzelse o yazı türü şiirmiş değilmiş kimin umrunda ve altında pinekleyen bir sürü ağzı salyalı adam! bunlar mı şiire hizmet edecek.

- Sevgili "Çetin" dostum, kitaplarını çıkartmak için matbaacıların peşinden koşan birçok amatör yazar da  biliyoruz. Ceplerinden milyonlarca paraların çıkması, kişinin bir kimlik arayışı zaafiyetinden mi kaynaklandığını ya da yayınevlerinin yeni isimler konusunda bir arayışları olmadığını mı düşünüyorsunuz?

- Sevgili arkadaşım, etik olmayan hiçbir şey estetikte olamaz, bir kere marifetin eğer iffetse sen kaybetmeye mahkumsun. O eskidendi; kitapçılar, editörler alır şiirleri dosya halinde bakar, inceler ve karar verirdi, şimdi öyle mi, at izi it izine karışmış bir toplumun şairi olmak ne kadar zormuş.

Sana anlatmıştım birgün hatırlarsın, son şiir kitabımın çıkacağı yayınevi bir şiirimde "kadeh" sözcüğü geçiyor diye bana yapmadığı zulüm kalmadığını;

1-İsterseniz biz oraya başka bir kelime koyalım,
2- Biz değiştirdik o kelimeyi,
3- Kadeh mekruhtur,
4- Ben o şiiri çıkarın öyleyse dedikçe, yok siz zahmet etmeyin editör uygun bir kelime bulur anlamsızlığı,v.s

Bakın bakalım baskı var mı yok mu? Yani bu ülkede zaten herkes şair, ama kafiye ne diye sorarsan aldığın cevap (az ye) diye cevap alabilirsin bir editörden.

- İçinde "kadeh" sözcüğü geçmeyen yeni kitabın için bir köşeye çekildiğini biliyorum. Aşk ve insan neredeyse tüm eserlerinde öne çıkan kavramlar, bu gelenek devam mı edecek, yoksa başka sürprizleriniz de olacak mı okuyucularınıza?

- Sen beni edebiyat dünyasında en iyi tanıyan bir dostumsun. Evet aşk olmadan şiir olmaz diyenlerdenim ben de. Tanrı aşkı olmadan gülü, dalı, yaprağı-insanı sevmek mümkün mü? Hayvanı, dağı, denizi sevmek mümkün mü? Ben aşık olmadan nasıl bir aşk şiiiri yazarım karşı cinsime, evet aşk bende dünyalar dolusu. Yeni şiir kitabımda aşk doludizgin, ayrıca biten romanımda da konu aşk, ama şimdiye kadar yaşanılmayan bir aşk.

- Şiirleriniz içinde beni en çok etkileyen Bedirhan Gökçe'nin de seslendirdiği ‘’Farkında mısınız’’ şiiriniz. Mutlaka her şiirinizin yeri ayrıdır gönlünüzde ama yine de sizin en çok beğendiğiniz, geriye doğru gidip defalarca ses verdiğiniz bir şiirinizi bizimle paylaşmak ister misiniz?

- Evet sevgili dostum benim şiirlerimi radyo ve televizyonlarda ve kasetlerinde tek izin verdiğim iki sevgili dostum ki; bana göre en iyi kadın sesi birtanem İkbal Gürpınar ve erkek sesi olarak da sevgili Bedirhan Gökçe'dir. Ne şanslıyım değil mi ülkenin en iyi seslerine şiirlerim nasip olmuş. Ama bazen edebiyat dünyasına sitemim olmuyor değil, hele bu sanal dünyada, zaten izin almadan istenildiği gibi kullanımın dışında sanki babasının malı gibi kendilerine mal etmeleri yok mu. Ben şiirde esinlenmek diye bir şeyi kabul etmediğim gibi, kimsenin şiirine de tenezzül edip tek kelime bile çalmam, ama en ağırı şiirin altında şair ismi yok. İşte ben bu hal ve davranışlara hakkımı helal etmiyorum, bunu buradan söylemek istiyorum izninle sevgili dostum Zeki.

Bu arada benim beğendiğim şiir diye bir şiir diye ayırt edemem ama bir şiir ismi dersem ‘’Palto’’ derim....

PALTO

Ben ölünce oğul,
Eski bir paltom kalacak sizlere,
Yakasında hani o savaş sonrası taktıkları,
Dedenizden kalma bir madalya,
Ceplerinde sadece ve sadece tütün artıkları,
Ev, bark bırakmak ne mümkün oğul,
Beklemeyin çıkar diye öyle para pul,
Hani deste deste, balya balya.

Soğuk geçerdi, o yıllar İstanbul'da kış,
Yürürdüm, Cağaloğlu'na Sirkeci'den,
O kitapçı senin, bu kitapçı benim,
Gezmekten, anam ağlar, üşürdüm
İlk paramla almıştım bu paltoyu eskiciden,
Hatırlarım da oğul,
Yok pahasına satıp şiirlerimi.

Rahmetli babam, karın doyurmaz derdi şiir,
Un bulamazsın, belki bulursun da ün,
İyi düşün derdi, iyi düşün,
Sen iyisi mi var git,bir marangozun yanına gir,
Vur eğri tahtalara vur ki rende,
Eğri tahtalar düzelir belki sayende,
Şairlik meşakatlı iş oğul.

Bilir misiniz?
Kaç kez, ters düz etti anneniz,
Allah"tan derdi rengi koyu,
Yoksa yıkamaya gelmez bu paltoyu,
Sarılıp az mı uyudum Anadolu yollarında,
Kah bir han odasında, kah bir tren garında,
Sırtımda ilk gördüğünde babam,
Meziyet değil dedi sahip olmak bir paltoya,
Sap olmaktır marifet bir baltaya.

Her şey olacağına varıyor oğul,
Kaderi bir yere kadar zorlarsın,
Hırs adamı bazen ya hırsız eder,
Ya arsız,
Duyarsız yaşamak bana göre değil,
Suskunsa şairi bir milletin,
Düşmüştür içine bil ki, devasız illetin,
Zillet kurutur ruhtaki asıl soyu,
Hakir görüp de atmayın bir kenara,
Bu yıpranmış eski paltoyu.

Evladır oğul,
Evladır elbet sürünmek,
Nokta kadar menfaat için,
Virgül gibi eğilenin,
Hele noksanlığı varsa insanın insanlıktan,
Adamı adam etmiyor samur kürke bürünmek,
Mal bırakmadımsa,
Hamal da bırakmadım.

Ben ölünce oğul,
Eski bir paltom kalacak sizlere,
Yakasında, hani o savaş sonrası taktıkları,
Dedenizden kalma bir madalya,
Ceplerinde sadece ve sadece tütün artıkları.

- Sevgili İkbal Gürpınar ve Bedirhan Gökçe şiirlere ayrı bir nefes. Sitemizde onları da ağırlamak edebiyatı ve seni konuşmak başka bir renk oluşturacaktır.

- Evet dostum şiirin kraliçesidir İkbal, ben ondaki şiir sesini yakaladığım an söylemiştim. Türk şiiri seninle yeni bir ruh bulacak, şiirin dehlizlerinde dolaşabilecek Allah vergisi bir sese sahipsin,  gazetelerden kesilmiş küpürleri de okusan dinlenir hale getirirsin, ama bu ses sana verildi diye sakın ola o tür ve şiir diyemeyeceğim yazıları sakın okuyayım deme, edebiyat asla affetmez.

Bedirhan Gökçe de aynı güzelliğe sahip deha bir ses. Şairi alıp şiirin yazıldığı yere dinleyeni hayalinde ki ana götüren deha bir ses. Evet onlarıda misafir edersen harika olur derim.

- Çok teşekkür ediyorum bu sohbetimiz için, eedebiyat yolun hep açık olsun dostum.

- Saygı ve sevgimle mirim, bu nadide sitenizde bana da yer verdiğiniz için şiir ve edebiyat adına çok teşekkür ederim. Sağlıkla kalın.

 


Şiir: Mehmet Çetin

 

EKİM 2009