Tuba İmik

Tuba Müz'ler Diyarında*

tubaimik@yahoo.com

 

 

 

 

Merhaba,

Bundan böyle her ay sevgili Kadri’nin bana ayırdığı bu sayfada sizlerle paylaşımlarda bulunuyor olacağım. Paylaşımımın odağı kadınlar, birbirinden farklı, çok çeşitli alanlarda ürünler veren, bizleri modern hayatın karmaşasından, telaşından koparıp, nefes aldıran, bambaşka halleri tatmamıza vesile olan esin perileri… Tanıdığımızı düşündüğümüz, yaratımlarını takip ettiğimiz o güzelim kadınları bambaşka halleri ile de tanımaya çalışacağız tekrardan.

İlk konuğumuz Yasemin Göksu. Sesinin titreşimleri ile bizi diyarlardan diyarlara taşıyan bir ‘müz’ kendisi. Şarkılara kattığı içten yorumuyla pek çoğumuzun tanıdığı Yasemin, yalnızca sesi ile bizi dönüştürmekle kalmayan, cayır cayır hayatın içinde yer alan aktivist bir sanatçı. Şehrin hiç ummadığınız bir köşesinde hayatı güzelleştirmek, dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getirmek için emek verirken karşınıza çıkabilir, demedi demeyin.

 

 

 

 

 

Yasemin Göksu

 

 

- Müziğin, şarkı söylemenin sizin için neler ifade ettiğini tanımlaya çalışsanız neler dökülürdü içinizden acaba?

- Müzik, doğumdan ölüme kadar sürecek bir şey benim için, bir gün şarkı söyleyemezsem dilim kesilmiş gibi olur, konuşamıyorum gibi olur. Kendimi bildiğimden bu yana müzik ve şarkı söylemek beni çok besleyen bir şey oldu.

- Müzisyen olarak nasıl bir süreç yaşadınız? Nasıl başladı, nasıl gelişti?

- Doğuştan gelen bu duygu, ilkokulla birlikte kendimi insanlara dinletmekle aslında bir anlamda pratiğe dökülmeye başladı. Lisede, İzmit Musiki derneğiyle devam etti. Bodrum’da yaşamaya başladıktan sonra tekrar oradaki müzisyenlerle müzik yaparak devam etti, ama bunlar hep amatörce oldu. İş profesyonelliğe dökülüp de ilk albüm çıktığında, otuz yaşıma gelmiştim.

- Profesyonelliğe geçişiniz nasıl oldu?

- Beni sürekli iteleyen, ‘bu işi profesyonel olarak yapmalısın’ duygusu çok baskındı o zamanlar. Bodrum’dan taşınıp İstanbul’a yerleşince, Ada Müzik’e gittim ve bir demo yaptım. O demo kayıttan sonra profesyonellik süreci başladı.

- Verdiğiniz ürünlerden biraz bahsetmek ister misiniz?

- Aşağı yukarı yirmi yıldır bu işin içerisinde olmama rağmen, topu topu 4 solo albüm yaptım. Kolektif albümlerde bulundum, Türkiye’nin ve dünyanın birçok yerinde çok sayıda konser verdim.

- Yirmi yılda dört albüm ilk anda çok az geliyor kulağa, bunun sebebi nedir?

- Bunun birkaç sebebi var. Ben her sene yapılan albümlerin hiçbir zaman bir sanatçı için doyum sağlayan, çok verimli bir şey olduğuna inanmıyorum, daha çok gelir için, maddi kaygılarla yapılmış bir şey olduğunu düşünüyorum. İşin maddi tarafı benim hep en sona bıraktığım kısmı aslında. Hiçbir zaman çok büyük imkânlarım olmadı parasal olarak, beni en çok zorlayan şeydir ama benim de en önem vermediğim şeydir. Böyle yaman bir çelişki var orada. Duygu olarak hiç sevmiyorum, ihtiyaç olarak ise beni en zorlayan şey. İnsanın her şekilde bir yatırımının, kendine olan yatırımının, kendini beslediği damarlardan oluşturduğu bir ürün olarak çıkmalı albüm. İnsan her sene ne biriktirebilir, ben buna hep hayret etmişimdir. Onun için ben hep birkaç senede bir yaptım albümlerimi. İşin bir başka boyutu da benim ruh halimi kavrayabilen, anlayabilen bir şirketle buluşamamış olmamdı.

 

 

- Sizden dinlediğim farklı şarkılarda bambaşka bir insan, bambaşka bir yorum görüyor ve aldığım keyif kadar şaşırıyorum da. İclal Aydın’ın sizin şarkı yorumlamanızı Barbra Streisand’ın oyunculuğuna benzetmesi oldukça katıldığım bir düşünce, oyuncu gibi gerçekten o şarkının ruhuna giriyor, o ruh ile söylüyor ve sesinizi de o şekle sokuyorsunuz gibi geliyor dinlediğimde.

- Galiba çok kişilikli bir insanım ben, yani kişilik bölünmesi yaşıyor olabilirim :)

- Bu çok pozitif bir şekilde ortaya çıkıyor o halde ve bizler de ne şanslıyız ki meyvelerini keyif ile yiyoruz :)

- Müzik benim için yemek yemek, uyumak kadar önemli bir ihtiyaç ve beni dinleyenler olduğu için çok şanslıyım. Ya olmasaydı, gerçekten çok sorunlu, çok bunalımlı bir kadın olurdum, kesin.

Şunu isterdim gerçekten... Bütün dünya beni dinlesin isterdim, çok isterdim. Bütün insanların kendi anladığı dilden şarkılar söyleyebilmek isterdim. Dünyadaki bütün şarkıları söylemek isterdim, onun için de çok şarkı söylemeye gayret ediyorum. Ama bu da şarkı söyleme ve kendini dinletme ihtiyacından kaynaklı bir şey, parayla alakası yok.

Benim hiçbir zaman hayatla çok işim olmadı, bir anda arkamı dönüp bu hayattan kendi seçimimle gidebilirim. Onun için dünyevi işlerle de çok haşır neşir olmadım, onun için hep politik bir tavrım oldu, ‘hayır’larım oldu, ‘yeter’lerim oldu, ‘asla’larım oldu. Çok kalın çizgilerim oldu hayatta. Onun için sistemle çok barışamadım. Çok ciddi kapılar açıldığı oldu önümde ama başka bir şey olmam istendiği için,  gülüp, ‘yok canım’ deyip, gayet efelenerek arkamı dönüp gittim.

- Çok paylaşımcı bir insan olduğunuzu biliyoruz. İhtiyaç duyanın, imkânlarınız elverdiğince ve hatta imkânlarınızı sonuna kadar zorlayarak yanında olmaya çalışıyorsunuz. Dolayısıyla bu her dilden insanın sesinizi duyabilmesi aslında bir nevi onlara ulaşmak, onlarla iletişime geçmek, onlarla da bir şeyler paylaşabilmeyi çağrıştırıyor bana.

- Doğrudur, çünkü bu yapmak istediklerimin hiçbir zaman parasal karşılığı olmuyor. Benim o anlamda da beklentim olmuyor. Ama bir taraftan da hayatın gerçekleri var ve acımasız bir kapitalist sistemde yaşıyoruz. Çok eskiden takas usulü ile insanlar yaşarmış ya, keşke öyle bir sistem olsaydı. Ben o sistemde şahane yaşardım. Örneğin, hemen bakkalın kapısında durup bir şarkı söyleyip, 3 ekmek alırdım. Bunu çok hoşlanarak yapardım. Aslında ben Lidyalılardan önce yaşasaydım daha iyi olabilirdi, onlar nereden çıkarmış başımıza bu parayı bilmiyorum :)

- Pek çok yardımlaşma ve dayanışma etkinliğinde ismini gördüğümüz bir sanatçısınız. En son silikozis hastası kot kumlama işçileri için hem organizasyon kısmında hem de yardım konserinde yer aldığınızı biliyorum. Biraz bu konulara da değinmek ister misiniz? Çünkü bu kadar hayatın içinde olan, insanların dertlerini kendine dert edinen bir sanatçının bu hislerini kendi ağzından dinlemek çok değerli olacaktır.

- Kot işçileri başlı başına çok büyük bir mesele. Ben Yeşiller Partisi kurucu üyesiyim, şimdi de parti meclisinde görev yapıyorum. Kot işçileri partiden yardım istemeye gelmişlerdi. Silikozis Hastası Kot Kumlama İşçileriyle Dayanışma Komitesi kuruldu, zaten birkaç kişilerdi ve ben hemen komiteye dâhil oldum. Hayatımın en önemli işlerinden biridir bu, bir iş ve gönül meselesidir benim için, bir taraftan da hayatımın amacı haline gelmiş bir şeydir. Devlet politikalarıyla çok yakından ilintili ve vahşi kapitalizmin en vurucu örneklerinden biridir. Kumlanmış kotların insan gücü ile ağartılarak piyasaya sunulması ve binlerce gencecik insanın şu anda ölümü bekliyor olması çok can yakıcı bir mesele. Bunun bütün bu yasal, hukuki, devletle ilintili işleriyle, onlara maaş bağlatmak, onları en azından iş sağlığı ve güvencesi şemsiyesi altına alabilmek, sigorta şemsiyesi altına alabilmek için çok ciddi bir çalışmamız oldu. Bunun yanı sıra, birçok sanatçı arkadaşım da gönülleriyle geldiler, orada oldular, yardımcı oldular. Bütün bunların dışında her zaman hasta olan insanın yanında olmaya çalıştım, çocuklar ve öğrenciler için hiçbir zaman karşılık beklemeden her zaman her şeyi yaparım.

- Bu kadar dayanışmacı bir hayatı sürdürmek zor olmuyor mu?

- Oluyor tabii. Ama dayanışmanın da bir sınırı var elbette. Mesela şuna karşıyım, eğlenmek istiyoruz, biz şu meslek odasıyız ya da işte bu cemiyetiyiz ya da bilmem ne mahallesinin kuruluş yıldönümünü yapıyoruz… Eğlenmek için dayanışma olmaz, bunun bir bedeli olmalı. Benim müzisyen arkadaşlarım ve ben bu işten yaşıyoruz. Dediğim gibi ben üç şarkı söyleyip ekmek alabiliyor olsaydım hiç bir sorun yoktu. Ama dayanışma deyince artık bu farklı bir zemine oturtuldu. Mesela biri için bir dayanışma yapılıyor, bir otelde yemek yapıyorlar, zaten yemeğe bir sürü para gidiyor, insanlar geliyorlar ceplerinden ellişer lira veriyorlar, oturup şahane bir yemek yiyorlar, dayanışma yaptıklarını düşünüyorlar. Oturdukları yerden hem şahane bir yemek yiyorlar, hem şahane bir konser dinliyorlar ve dayanışma yaptık huzuruyla geri dönüyorlar. Bunun nesi dayanışma? Oraya gelen insan (sanatçı) dayanışma yapıyor, o gece yapabileceği başka bir konserden ya da programdan alacağı paradan vazgeçiyor, gidip orada para almadan saatlerce sahnede insanları eğlendiriyor. Ne oluyor, ben tek başıma orkestramla insanlardan kat be kat daha fazla bir dayanışma yapmış oluyorum ama o gelen de verdiği elli lirayla dayanışma yaptım zannediyor. Yani artık öyle dayanışmalara gitmekten vazgeçtim. Bir de artık sendikalar, kurumlar, örgütler geldiğinde, “Hay hay, diyorum. Hangimiz zengin ise ötekiyle dayanışsın.”

Gerçekten bir anlamı, bir ruhu olmalı, ciddi bir amacı olmalı, o işte eğlence olmamalı, insanlar o işte oturup yemek yiyip, oynayıp, zıplayıp, dayanışma yaptık duygusu ile eve gitmemeliler. Kendinden bir şey veriyor mu? Ben veriyorum. O zaman o da verecek ve gelecek çünkü bilâbedel geldiklerinde hiç kıymetini bilmiyorlar. Ama bana ihtiyacı olan biri gerçekten varsa, beni tanır veya tanımaz, ben onu tanırım veya tanımam, geliyorum, oradayım derim. Müzisyenim gelmiyorsa ben tek başıma giderim. Ama böyle değil.

 

- Yasemin Göksu’yu seven insanlar için güzel haberler var mı? Nerede, nasıl dinleyebilirler, ulaşabilirler? ‘Urumeli Hatırası’ndan bu yana azımsanmayacak bir vakit de geçti artık. Yeni bir albüm haberi var mı?

-  Eğer şimdi yaparsam en kısa aralıklı albüm olacak aslında. İstiyorum tabii, yani “Urumeli Hatırası”ndan bu yana 2 yıl olacak. Besteler söylemek istiyorum biraz. Meselelerimiz var yaşadığımız; Kürt meselesi, var, acil çözüm gerektiren. Ermeniler, Rumlar, Süryaniler... Adaleti zedeleyen bir sürü şey oluyor burada ya da dünyada. Bir yandan Orta Doğu kaynıyor, bir yandan Arap Baharı Avrupa’yı sarıyor. Diktatörlükler yıkılıyor, üzerine başka bir şey inşa ediliyor.

Türkiye’de olumlu gelişmelerin yanı sıra çok büyük olumsuzluklar da var ya da olumlu zannettiğimiz şeyler birden bire çok olumsuz durumlara eviriliyor. Sonra müthiş bir doğa kıyımı var. Nükleer santrallar, Hesler, imara açılan orman alanları, yok edilen kültürel değerler... Saymakla bitmez.  Ben tüm bunlar için de bir şeyler söylemek istiyorum.  E ama bu dünyada aşk da var. Aşk için de söyleyecek sözümüz olmalı.  Zira âşık olma duygusunu çok seven, o duygudan çok beslenen bir insanım ben. Aşk sadece bir kişinin diğerine beslediği duygu değildir ki. Ben dünyayı aşkla seven bir insanım.  Çocuğumu da o aşkla seviyorum, bir çiçeği de, sevgilimi de, bütün o meselelerin içinde yanan, kavrulan insanları da. Yaşamda politika ve duygu iç içe.  Dolayısıyla ne söyleyeceksem, birbirinden çok kesin hatlarla ayırmadan söylemeliyim.  Yani benim bir çift sözüm var dünyaya dair söylenecek. Bunu nasıl yapabilirim, ancak bir albümle söyleyebilirim.

- Albüm gerçekleşene kadar sizi takip edebileceğimiz projeler var mı?

- Farklı projeler var. 16-17 dilde türküler okuduğumuz bir proje var ‘Üç Kadın’ diye. Onun turneleri oluyor. Bir taraftan Karadeniz’in en büyük sesi bana göre, Erdal Bayrakoğlu ile yürüttüğümüz ‘Rumeli’den O Yani’ diye Rumeli ve Karadeniz türkülerini birleştirdiğimiz güzel bir proje var, zaman zaman o tekrar tekrar uyanıyor ve kendini var ediyor, tekrar uykuya yatıyor. Bir taraftan yeni başladığımız İclal Aydın’la projemiz, ‘Şarkılar Girmiş Hayatınıza’ devam ediyor. Bir taraftan ben kendi solo konserlerimi götürmeye çalışıyorum. Bir taraftan da benim solist olarak yer aldığım, Mısırlı Ahmet ile dünyanın farklı yerlerinden ve Türkiye’den çok değerli müzisyen ve dansçıların yer aldığı bir projemiz var, o yürüyor. Ben solo çalışmayı aslında galiba çok sevmiyorum. Kolektif, birlikte, birilerinin sesine, hareketine, dansına ses katacağım, iletişim içerisinde olabileceğim, o anda hemen doğaçlama şeylerin de çıkabildiği çalışmaları da çok seviyorum.

- Çok teşekkür ederiz.

 

 

 

Yasemin Göksu - Selanik Türküsü

 

EKİM 2011

Tuba İmik Söyleşileri

* Müz; Yunanca Mousai sözcüğünden gelmektedir. Etimolojik olarak, akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen "men" kökündendir.  Yunan mitolojisinde,  ilham tanrıçaları, ilham perileridir.